27 Aralık 2013 Cuma

Ahmet Rasim’in Şehir Mektupları

Ahmet Rasim’in Şehir Mektupları

CELÂL FEDAİ

Kapı Yayınları, Ahmet Rasim’in klasik eseri Şehir Mektupları’nı ilk kez tam metin olarak ve günümüz Türkçesiyle yayımladı. Kitap, bugünün okuruna, özellikle de genç okurlara bir İstanbul yazarı olan Ahmet Rasim’in dilinden şehrin son zamanlarda en çok kaybettiği şeyi, ‘insanîliği’ hatırlatıyor.

ŞEHİR MEKTUPLARI, AHMET RASİM, KAPI YAYINLARI, 628 SAYFA

Ahmet Rasim’in Şehir Mektupları’nın tamamının sadeleştirilerek yayımlanması, nedenini birazdan izah etmeye çalışacağım üzere, Berthold Brecht ve Walter Benjamin’e yeniden eğilmeye götürdü beni. Bizde ‘şehir’ algısı, bilhassa şehir ve insan ilişkisi bakımından her boyutuyla bir türlü gelişemedi. Çocuksu, naif bir şehir algısı bir yanda, gözün görmediğini artık burun deliğinin de görmediği kadar kaba olanı bir başka yanda. Evliya Çelebi’den, Tanpınar’dan yansıyan şehir anlatıları ile inşaat firmalarının bilgisayar marifetiyle çizilmiş resimleri birbirine karışmış. Arapça ‘ay’ demeye gelen şehir nedir; onu koruyan, süsleyen yıldızlar gibi düşlenen, eski şehirlerden ayrı düşünülemeyen ‘burç’ları neresidir? Betona, demire, ışığa boğulmuş şu şehirlerde yaşayan birileri var mıdır? Bu ve benzeri sorular gündemimizden çoktan çıkmış, yerine siyasî çıkarlardan doğan yenileri gelmiş durumda. Yeni sorularımızın hiçbirinde insanî bir yan yok. Oysa iddia hep insan olduğu yönünde. Ahmet Rasim’in bir ‘İstanbul yazarı’ olarak yazdıklarıysa bütünüyle insanî. Başkaca hiçbir neden yoksa bile sırf bu yüzden, Şehir Mektupları’nın bütünüyle hem de sadeleştirilerek yayımlanmasında fayda vardı. Zira İstanbul’un son zamanlarda en çok kaybettiği şey, milyonlarca insanın tek tek ve birlikte ürettiği bu ‘insanî bireysellik’tir.

Bir şehir yazarı

“Brecht, şehirli hakkında söyleyecek bir çift lafı olan ilk önemli şairdi belki de.” Benjamin’in, Brecht için söylediği bu sözü Ahmet Rasim’in yazı biçimine göre değiştirip şöyle söylemek yanlış olmaz: “Ahmet Rasim bizde şehir hakkında söyleyecek her şeyi söylemeye cehdetmiş ilk yazarımızdır.” Onun cehdinin bir benzerinden doğrusu ben haberdar değilim. Salâh Birsel’in yazıları, Reşat Ekrem Koçu’nun ciltleri dolduran ansiklopedik bilgileri elbette azımsanacak şeyler değil. Ancak Rasim’in yazıları bambaşkadır. O, İstanbul’u başka bir gözle görmüştür. Hani dervişi toprağa benzetirler ya… Toprağa ne kötülük etsen de sana iyilikten başkasını vermez. İstanbul da aynı öyle. Özensizlikler, ihmaller, kötü niyetli kasıtlar karşısında bile bu şehir hâlâ toprak gibi bereketlidir. Ahmet Rasim bunu ilk gören kişidir. Görmekle kalmamış mükemmelce göstermiştir de. İstanbul, onun fıkralarında canlı bir organizmadır adeta. Bahar gelir, şehre gelen sevinç yazarın kalemindedir. Mesire yerleri, gezip tozmalar, dedikodular… Yazın sinekleri, tahtakuruları, uyku arasına giren seyyar satıcılar… Ramazan gelince kurulan iftar sofraları, bayram harçlıkları, anne-baba hakkı… Ve tabii kalem erbabı arasındaki çekişmeler...

Tatlı dilli, biraz takıntılı

Ahmet Rasim, Tanzimat sonrası edebiyatımızda kimi tartışmaların başlatıcısı olmuşsa da sonunda gene işi tatlıya bağlayan ehl-i hukuk taifesindendir. Ahmet Mithat’a benzer bu yanıyla. Keskin olduğu kadar sevimli, tatlı dillidir. Biraz da takıntılı… Hâsılı Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanlarındaki İstanbul, ondan bir zaman sonra Ahmet Rasim’in gazete köşesinde bir başka edebî formda yine karşımızdadır. Büyük bir yekûndur Şehir Mektupları. Bu bakımdan Cevdet Kudret’e hak vermemek imkânsızdır: “[Ahmet Rasim’in] eserleri ortadan kaldırıldığı zaman, yarım yüzyıllık toplum hayatımız üzerindeki bilgimizin ne kadar azalacağını düşünmek, bu eserlerin toplumsal değerini anlamak için yeter kanıttır.” Rasim’in bu başarısında kuşkusuz hayata bakışının payı büyüktür. Hayatına ait hemen her unsuru, çocukluk arkadaşlarını, aile çevresini, iş hayatını, okullarını, gezdiği mekânları en ince ayrıntılarına kadar canlı bir dille anlatan yazar, İstanbul’a ait bulunmaz bir doküman oluşturmuştur. Bu dokümanda Ahmet Rasim’in kişiliği, bireysel dünyası belirleyicidir.

    Edebiyatımızda bir şehirde olup bitenleri anlatmak yazarlarımız arasında pek yaygın bir eğilim olamadı ne yazık ki. Oysa Benjamin’in Brecht yorumundan öğrendiğimize göre, bu konuda Batı dünyasında zengin bir literatür vardır. Onun şu karşılaştırmasını anmadan geçemeyeceğim: “Walt Whitman’ı coşturan insan kitlelerinden Brecht’te hiç söz edilmez. Baudelaire Paris’te dermansızlığı, Parislilerde de yalnızca bu zayıflığın damgasını algılamıştır. Verhaeren şehirlileri ilahlaştırmaya kalkışmıştır. Georg Heym’in gözüne ise kendilerini tehdit eden felaketlerin alâmetleriyle dolu olarak gözüküyordu şehirler.” Yukarıda da bir parça vurguladığım gibi, biz bu türden karşılaştırmaları yapmaktan mahrumuz. Yazarlarımızın, şairlerimizin bireysel dünyası ne yazık ki toplumsal, siyasal meselelerin baskısı altında bugün de kayboluyor. Ahmet Rasim, bu açıdan da dikkate değerdir. Karışarak kaybolmamıştır. Bu sayede de onun başyapıtı sayabileceğimiz Şehir Mektupları, sadece yazarlar arasında değil halk arasında da şehre bakışı değiştirmiştir. Onun yazılarını okuyan İstanbul halkı şehirde olup bitenlere daha bir ilgi gösterir olmuştur. Yazarlarımız arasında ondan sonra, yaşadıkları şehir hayatına özel bir ilgi başlamış, bu ilgi özellikle gazete sayfalarına yansımıştır.

Bütün bir devrin hicvi

Ahmet Rasim’in yazı dilini ve üslubunu bu noktada hatırlamak gerek sanırım. Canlı bir organizmadan duyulacak her ses duyulur Rasim’de. Kendini deneme mülkünün yegâne emlakçisi sayan Nurullah Ataç’ın, “Onun yazısında öyle bir konuşma vardı ki, insan ‘yazardı’ demekten çekiniyor.” demesine şaşmamak gerek. Gerçekten de Rasim’in birbirinden farklı, ele alınan konunun niteliğine göre değişen bir anlatımı vardır. Onun üslubunda kimi zaman bir İstanbul efendisinin zarif Türkçesini, kimi zaman şehir hayatındaki argoyu, kimi zamansa sanatsal anlatıma düşkün bir yazarın dilini bulmak mümkündür. Peyami Safa’nın Şehir Mektupları’yla ilgili şu tespitlerini hatırlamak yerinde olur sanırım: “Bu eser bütün bir devrin hicviyesidir. Hâlâ okunabilir, sevilebilir, hâlâ tazedir ve yeni yaratılmış gibi üstünde Ahmet Rasim’in bütün ruhu tüter.”

    Bir yazarda, şairde, sanatçıda bireysellik kolay elde edilen bir şey değil. Bir kez bireyselliğine kavuşanınsa eli neye, nereye uzunsa orayı değiştiriverir. Şimdi sormak gerek: Şehir Mektupları bir şehrin yazarına mı aittir yoksa bir yazarın şehri midir okuduğumuz? Dileyelim sorunun cevabını, kitabı sadeleştirilmiş diliyle okuma imkânına kavuşan gençler versin. Hatta dilemekle kalmayalım, bunu onlardan açıkça bekleyelim. Başka türlü İstanbul’umuz enerjileri manipüle edilen gençlerimizin elinde, bireyselliğin değil yığınlaşmanın mekânı olacak. Ahmet Rasim’i vaktiyle bir yazar olarak İstanbul var etmiş olabilir ama bugün durum, yıllar geçince anlaşılıyor ki, tam tersidir.

Bölüm: Edebiyat Sayı: 94
           
K: http://kitapzamani.zaman.com.tr/kitapzamani/newsDetail_getNewsById.action?newsId=8546