27 Aralık 2013 Cuma

Enis Batur Söyleşisi

Enis Batur'la son kitapları üzerine

Enis Batur'un kısa aralıklarla yayımlanan kitapları her zaman büyük bir ilgiyle karşılandı. Şimdilerde ise dört yeni kitabı okurla buluştu: “Hepsi”, “Siyah Sert Berlin”, “Ziyaretler Kitabı” ve “Ölesiye Sanat”. Batur'la dört yeni kitabını ve bunların yazılış sürecini Erol Toygun konuştu.

Cumhuriyet Kitap Eki 1244 (19 Aralık 2013)
Yayınlanma tarihi: 25 Aralık 2013 Çarşamba

'Entelektüel olduğumu düşünenler yanılıyor'

- İzninizle, demin aramızda yaptığımız konuşmaların ışığında, şuradan başlamak istiyorum: Bir tanıdığım, kitaplarınızın sayıca çokluğu nedeniyle yazdıklarınızı takip etmenin yarattığı güçlükten söz ediyordu. Metin Celâl ise farklı yayınevleriyle çalışıyor olmanızın kitaplarınıza ulaşmakta zorluk yarattığını yazdı. Ne dersiniz bu konularda?

- Yazar kimseyi bütün yazdıklarını okumaya zorlamaz, zorlayamaz; seçmelerini doğal bulur. Paradoks sayılabilir, yazarken “ülküsel” bir okur tipini hedeflerim ben, bütün yazdıklarımı okumak isteyen birilerini. Sayıları düşük olsa bile vardırlar, bilirim. Yarın, ben çekip gittikten sonra da var olabilirler. Öte yandan, iyi ya da nitelikli okurun gözünde her yıl çıkardığım dört-beş yeni kitabı okumak uzun bir süre istemez, olsa olsa birkaç haftalarını alır! Unutmamalı ki ben de bir okurum, bütün yazdıklarını okumaya çalıştığım yazarlar var. Çember böyle dönüyor. Yayınevi konusu başka: Hiçbir yayınevinin bütün kitaplarımı tek başına çatısı altında toplamasını bekleyemem, kolay kaldırılır yük değil. Kimseyi kızdırmak amacıyla söylemiyorum ama yakınanlar genellikle “Biraz daha az yazsanız iyi olmaz mı?” diye düşünenler bana kalırsa! Yakın çevremden de duymuşumdur. Oysa bu kadarsa bu kadardır.

“AĞIR AĞIR İNTİHAR ETMEYİ SÜRDÜRECEK KADAR ZAYIF İRADELİ BİRİYİM”

- Onun için de yeni çıkan kitaplarınızdan “Hepsi” ile başlamak istiyorum söyleşimize. Yakın geçmişte, aylara yayılan oldukça sıkıntılı bir döneminizi yazma isteğini yitirerek geçirişinizin hikâyesi, sanıldığı kadar kolay olmadığını gösteriyor yazma eyleminin. İnsanın kendi kendisiyle iletişim kanalları mı bozuluyor bazı durumlarda?

- Benim onca sayfada dile getirmeye çalıştığım sorunu tek bir cümlede toplamayı başardınız, önceden bilseydim, cümlenizi arka kapak yazısı olarak kullanırdım! Her şey yaklaşık üç-dört yıl önce, ufukta 60 yaş eşiği belirince kafasını göstermeye başlayan yuvarlak yaş bunalımıyla harekete geçti diyebiliriz. Ciddi bir sağlık kontrolünden geçmem gerekirken ben “ruhsal check-up”tan geçiyorum diye kendimle alay ediyordum, birden çok da hafifsenemeyecek bir arıza çıkageldi, kendimi analizlerin ortasında buldum. Bunu, “Hepsi”de aktardığım, birbirini izleyen iki süreç bütünledi. Önce, küçük bir müdahale; sonra, durumum gereği tütün bağımlılığından kurtulma savaşı.

- Gördüğüm kadarıyla kurtulamamışsınız!

- Evet, savaştan yenik çıktım. Ağır ağır intihar etmeyi sürdürecek kadar zayıf iradeli biriyim. Yazma isteğimi hepten yitirince, yaşam dengem bozuldu. Sabırlı davranamadım. Yeniden savaş meydanına dönmem gerekecek.

- Kitabın son cümlesi sizde genellikle rastlamadığımız bir iyimser bakış taşıyor. Bunalım geride kaldı mı?

- Kabullenmeyle bitmiş olabilir, diyelim. 60 yaş eşiği bir takıntı yarattıysa, burada bâtılın payı düşük. Tablo ortada: Hayatın da, yazı hayatının da son perdesi, açılan. Sorunlarınızın artacağını biliyorsunuz. Buna karşılık, olgunlaşabildiğiniz oranda, kazanımlarınız da söz konusu. Son ama yeni bir dönem başlayan. Yaşıtlarımın, benden bir önceki kuşaktan olanların az ya da çok tanıştığı sorunlar bunlar, kişisel sorunlar, özel sorunlar sayılamazlar. Benim yazı dünyam yaşam sorunlarıyla içiçe ilerledi, son yıllarda, “Gövde’m”den “Rakım Sıfır”a düzyazılarımda, baştan beri şiirlerimde bu birlikteliğin gözüktüğünü sanıyorum. Entelektüel olduğumu düşünenler yanılıyor.

- Yeni basımı yapılan “Alternatif: Aydın”a rağmen söylüyorsunuz bunu.

- Evet. Entelektüel bir yanım var tabiî, geçmişte belki biraz daha fazlaydı, giderek azaldıysa yatırımım, “Alternatif: Aydın”daki ve onu izleyecek iki ciltteki yazılarımın hiçbir şeye yaramadığını gördüğüm için. Benim gibiler, Türkiye ve Dünya gemileri bir yöne giderken Sakallı Celâl’in dediği doğrudur, gemide ters yönde yürüdüğümüzle kaldık. Şimdi ortalığı örtülü ödenekten sözümona aydınlar kapladı. Arsız lejyonerler. Geçelim lütfen.

“BERLİN'İN GERÇEĞİNİ PEK AZ TANIYORDUM”

- Geçelim. “Siyah Sert Berlin”e gelelim. Bir burs vesilesiyle mi doğru bu kitap?

- Tam tersine, kitabı yazmak için DAAD bursuna başvurmuştum 2007’de. Daha uzun süreli bir burs ummuştum, olmadı. Gecikmeli gelmesi işe yaradı buna karşılık: Dört yıl boyunca, kısık ateşte de olsa hazırlıklarım sürdü, tasarı zihnimde iyice pişti. Emin değilim tabiî, bu kitap benim büyük şehir imgesiyle, canavar megapolis ile son hesaplaşmam olabilir. İstanbul ile Paris ile ilişkilerim, hemşehri kimliğimle derin tutkular halinde başladı, gelişti. Bir noktadan sonra ters çevrildi denklem, itkiden nefrete neredeyse iki adım kaldı. Artık, eskisi gibi metropol kuşu değilim, durmadan geri dönüşsüz firar hazırlıkları içinde geçiyor zamanım. Berlin, öznel ve nesnel odaklarda bir simgeydi benim gözümde, kentin gerçeğini pek az tanıyordum, kitabı orada yazma isteğimin nedeni buydu aslında.

- Sizce Berlinliler, Almanlar, Berlin sevdalısı Türkler hangi duygularla yaklaşacaktır kitabınıza?

- Türkiye’de yaşayan iki Alman dost, Goethe’yle ilgili uzun bir şiirimi ve uzunca bir metnimi Almancaya çevirdi ama yayımlayamadı, Türk’ün Goethe’ye bakışından Almanlara ne?! Siyah Sert Berlin çevrilirse şaşarım. Sevilir miydi, sanmam. New York tutkunları Amerika Büyük Bir Şaka’ya içerlemişlerdi, bu kitap da benzeri duygular uyandırabilir. Gelgelelim, unutmamak gerekir, bir Berlin rehberi kurmadım ben: Köklü ve sancılı geçmişlerinin içinden İstanbul-Paris-Berlin üçgenine, onlar üzerinden Tanpınar-Baudelaire-Benjamin üçgenine, oradan da büyükbabam-ben-torunum üzerinden kişisel bir damara daldım. Büyük kent olgusunu tanıyan her okurun geçtiği köprülerdir.

- Siyah Sert Berlin, hummalı biçimde tartıştığımız kentsel dönüşüm konusunda önemli pencereler de açıyor.

- Teşekkür ederim, ben de öyle düşünüyorum! Kuşattığım üç şehir de olağanüstü dönüşüm dönemleri geçirmiş. Üçü de, yeni çağa uyum sağlama sancıları içinde. Ama İstanbul’un işi bitik: Berlin’i yerlebir eden savaşın bir benzeri yaşanıyor burada. Son sözü herhalde fay hattı söyleyecek. Ne şehirci, şehir tarihçisiyim ben ne mimar. Bir kültür adamının perspektifi bu kitaptaki. Yanıma boşuna Tanpınar’ı almadım. Yetkililerin asla dinlemediği insanlarız. Bütün büyük şehirler paranın güdümünde, uğruna çiğnenmeyecek değer yok.

- Gezi olaylarından bir buçuk yıl öne barikatlara övgü döşemişsiniz “Siyah Sert Berlin”de. İyimserliğe yer açamaz mıyız hiç?

- Zor. Türkiye’yi yöneten zihniyet buraya AVM gözüyle bakıyor. Kültürden anladığı geçmişin tedavülden çoktan kalkmış parametreleri. Peki, muhalefetlerin bir gelecek tasarımı var mı? Hayır! İyimserliğin dayanakları olmalı.

“YURTTAŞLARIMIZIN ÇOĞU OTORİTE ÖZLEMİ DUYUYOR”

- Yarı zamanlı olarak Avrupa’da kalıyorsunuz son yıllarda. Orada nasıl gelişiyor her şey?

- Avrupa çok uzun süreye yayılacağı görülen bir bunalım dönemi geçiriyor. Daha önce kazandıklarını kolay kaybetmeyeceklerdir gene de. Devlet başkanından devlet televizyonunda “cüce”, “boynuzlu”, “üçkâğıtçı” ya da “hımbıl” sıfatlarıyla söz edebilmeleri ve bunu vazgeçilmez bir hak haline getirebilmiş olmaları, durumumuza bakınca kahrediyor beni. İnsan yaşamının en temel değeri özgürlük. Geri kalan her şeyi belirliyor o. 150 yıldır gıpta ediyoruz, bıkmış olmalıydık. Tam tersine, yurttaşlarımızın çoğu otorite özlemi duyuyor. Avrupa’yı unutalım, onlar gibi olamayız biz. Ötekine duyduğumuz düşmanlık yetmediğinde kendi kendimize düşmanlık üretiyor, yapıyoruz. Siyasetin, yönetimin her gün bu kadar şiddet pompalamasına izin vermemeli toplum.

- “Ziyaretler Kitabı”, yeni yolculuk kitabınız. Siz “gezi edebiyatı”na sokmuyorsunuz bu tarz metinlerinizi. Neden ayırıyorsunuz?

- Gezi edebiyatı, insanlara yararlı bilgiler sunar, yol gösterir genellikle, eşlik eder. Yolculuk metinlerimde bu tür özellikler oldukça sınırlı. Düşünsenize, bu son kitapta, Rocamadour ya da Goetheanum üstüne metinlerde nerede olduklarından bile söz edilmiyor! Yazı-fotoğraf işbirliğiyle mekân ve zaman bölüşümü üzerinde yoğunlaşıyorum daha çok. Okura, kendi hayal perdesinde çeşitleme yapma olanağı yaratma çabası giriyor işin içine.

- Nokta seçimlerinizi nasıl yaparsınız?

- Bazıları vesile ağırlıklıdır, çağrı aldığım için gittim Korsika’ya. Ama oraya bizimle gelenler arasında kalkıp Seneca’nın kulesini görmeye giden olduğunu sanmıyorum! Andorra’da da, sırf ben istedim diye Merixtell’e gezi düzenlendi. Çoğu zaman, takıntılarım yönlendiriyor beni. Goethe konusunda olduğu gibi. Ama, “Ziyaretler Kitabı”nda daha hafif, gezi edebiyatına komşu parçalara da yer verdim. Örneğin Loire vâdisi izlenimleri böyle bir içerik taşıyor diyebiliriz.

- Yapılara düşkünsünüz.

- Yazı adamı olmasaydım, yapı ustası olmak isterdim. İnsan elinden çıkan her şeye duyarlıyım ama yapı dikmenin yeri ayrı bende. İleride bir gün kitaplarıma dağılmış bütün yapı karşılaşmaları tek bir ciltte toplanırsa mutluluk duyacağım: Bursa Issız Han’dan Büyükada Yetimhanesine, Melk manastırından “İdeal Saray”a hepsi. Zaman içinde koskoca bir görsel arşiv de oluşturdum. İkiz Kulelerin bir dolu fotoğrafını çekmiştim, her şeyin kaybolması ürkütücü.

- Kendinizi fotoğrafçı olarak görmüyorsunuz.

- Elbette görmüyorum! Nasıl her kitap yazan yazar sayılamıyorsa her fotoğraf çeken de fotoğrafçı olamaz. İmge, her vakit büyük dayanaklarımdan biri oldu, yazıyla diyaloğu benim gözümde çok önemli. Dostum Samih Rifat, bana bazı temel şeyler öğretti fotoğraf alanında. Otuz yıldır bir ressamla, Fatma Tülin’le paylaşıyorum hayatımı. Ondan da bakma bağlamında canalıcı şeyler öğrendim. Ben zaten bir tek okuldayken kötü öğrenci oldum, sonra çok çalıştım!

“TEK BAŞARIMIN SİYASET YAPMAKTAN UZAK KALMAK OLDUĞUNA İNANIYORUM”

- Dördüncü yeni kitabınıza, “Ölesiye Sanat”a geçmek için en uygun köprüyü kurdunuz. “Yeni Faltaşları” demişsiniz alt başlıkta, “Aciz Çağ” kitabınıza gönderme yaparak. Bu toplamda, son yıllarda Edebiyat ve Sanat üstüne yazdığınız denemeler yer alıyor. Her zaman olduğu gibi geniş bir ufuk çizgisi. Sizde hâlâ, genç ve çok meraklı bir kültür insanını çağrıştıran bir susuzluk gözlemliyorum. Gerçekten de yeni yapıtlara faltaşı gibi açılmış gözlerle bakıyor, bazı eski yapıtları ise çok yeni ölçülerle değerlendiriyorsunuz. Nazar değmesin, bu enerjiyi nereden buluyorsunuz?

- Bende, yaşıtlarımın çoğunda rastlanan doygunluk ve bunun doğurduğu sakinliğin tersine, yeni yetmelerde görülen bir heyecan ve merak aşırılığı var. Bunun iyi bir özellik olduğunu düşünmüyorum. Yaşım ilerlerken ilgi alanlarımın genişlemesini de önleyemedim, önlemeliydim. Olduysa, tek başarımın siyaset yapmaktan uzak kalmak olduğuna inanıyorum. Ne diyordunuz, evet susuzluk, sanırım öyle, sulara kapılan bir bünyem olduğu doğru. Bugün bile ilgilendiğim alanlarda olup bitenlere yetişememe kaygısı çekmemde bir hamlık görüyorum, gelgelelim kendimi düzeltemiyorum! Gene de, şu var: “Ölesiye Sanat”ta toplanan yazılarıma bakınca bunu boş bir çaba olarak değerlendirmiyorum.

- Tersine, okura yapıtların arasında, ortasında yaşamanın çok zengin bir seçenek olduğunu kanıtlıyor kitabınız.

- Savaşların, kavgaların, düşmanlıkların kuşattığı, eşitsizliklerin azdığı bir dünyada, en büyük dayanaklar Doğa ve Kültür, benim gözümde. İkisi de tehdit altında üstelik.

- Dört yeni kitapla çıkageliyorsunuz, bense hazırlananları merak ediyorum Enis bey. Neler var sırada?

- Görüyorsunuz işte, suç bende değil! Dört kitap yetmemiş, dahasını istiyorsunuz! Şunların dumanı bir geçsin hele. Sırada iki şiir kitabı var: “A Capella” ve “Yanık Dîvan”. On yıldır üstünde çalıştığım “Kitap Evi”ni bitirdim. Ve birkaç sürpriz daha. Gün ola, diyelim.

Hepsi/ Enis Batur/ Sel Yayıncılık/ 64 s.

Siyah Sert Berlin/ Enis Batur/ Remzi Kitabevi/ 184 s.

Ziyaretler Kitabı/ Enis Batur/ Kırmızı Kedi Yayınları/ 256 s.

Ölesiye Sanat/ Enis Batur/ Alakarga Yayınları/ 400 s.

K: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/22409/Enis_Batur_la_son_kitaplari_uzerine.html