25 Temmuz 2013 Perşembe

Antalya Güncesi: Haftanın Olayı: Detroit

Otomotiv şehri Detroit iflas için başvurdu

19 Temmuz 2013  11:17 ORHAN AKKURT -NEW YORK

ABD'de otomobil firmalarının merkezi konumundaki Detroit şehri iflas etti. Yapılan açıklamaya göre şehir, Michigan Doğu Bölge İflas Mahkemesi'ne başvurarak iflas koruma talebinde bulundu. Buna göre Detroit, ülkenin en büyük kamu iflasını açıklayan şehir olarak tarihe geçti.

Birçok otomobil şirketine ev sahipliği yapan Detroit, son zamanlarda yaşadığı ekonomik sıkıntılarla gündemdeydi. Michigan Valisi Rick Snyder tarafından görevlendirilen Detroit Acil Durum Müdürü Kevin Orr, birkaç haftadır borç sahipleri ile yapılan görüşmeler sonuç vermeyince, şehir adına mahkemeye iflas koruma talebinde bulundu. Mahkeme başvuruyu 90 gün içinde değerlendirerek borçların yapılandırma planının nasıl olacağına karar verecek.

Kevin Orr, geçtiğimiz ay 2 milyar dolarlık bir ödemeyi durdurmak zorunda kalmıştı. Acil Durum Müdürü, sağlık ve emeklilik harcamalarından 11.5 milyar dolarlık bir kesinti yapılmasını talep etti. Buna göre yatırımcılar, emekliler ve çalışanlar, haklarının ancak yüzde 17'sini alabilecek.

Mahkeme başvurusunda 18.5 milyar dolarlık borç düzenlenmesi talep edildi. Şehrin iflas etmesi, 30 bin emekli ve mevcut çalışanın ödemelerini kapsıyor.

Son dönemde yoğun bir şekilde göç veren Detroit'in nüfusu 1950 yılında 1.8 milyonken şu an sadece 700 bin. (CİHAN)


Detroit, Uzakdoğu dalgasında boğuldu

HABER ANALİZ 20 Temmuz 2013 MEMDUH TAŞLICALI

Amerikan rüyasının önemli merkezlerinden biri can çekişiyor. 18,5 milyar dolara varan borçlarını ödeyemez duruma düşen Detroit, böylece ülkenin en büyük kamu iflasını açıklayan şehri oldu. Otomotivin anavatanını zirveden eden, Uzakdoğulu markalar oldu.

Dünyanın otomobillerle tanışmasında tartışmasız söz sahibi isimlerden biri olan Henry Ford bugünleri görse acaba neler düşünürdü? Amerikan rüyasının en önemli merkezlerinden biri can çekişiyor. Türkiye için çok tanıdık gelmese de ABD’nin büyük kentlerinden biri olan Detroit iflasını açıkladı. 18,5 milyar dolara varan borçlarını ödeyemez duruma düşen Detroit, böylece ülkenin en büyük kamu iflasını açıklayan şehri oldu.

Ekonomisinin temeli otomotive dayanan ve bu yüzden de dünyada otomotivin anavatanı kabul edilen bu şehri zirveden iflasa götüren süreç, Uzakdoğulu markaların Amerika’ya adım atmasıyla başladı ve 2008 global kriziyle tamamen günyüzüne çıktı.

O dönemde ülkenin üç temel üreticisi General Motors, Ford ve Chrysler’ın yaşadığı darboğaz hükümetin sağladığı desteklerle aşıldı ama şehir için kriz devam etti. 1950’li yıllarda 1,8 milyondan fazla insanın yaşadığı Detroit’in nüfusu 700 binlere indi. Şehir merkezi her geçen gün yaşanan kan kaybı ile bilimkurgu filmlerdeki hayalet kentlere dönmüştü.

105 yıldır otomobil fuarının yapıldığı şehir artık tamamına yakını boşalan ofis plazalar, boş sokaklar, işsizler ve evsizlerle anılıyor. Şehir adeta uluslararası derecelendirme kuruluşlarının verdiği ‘çöp’ notlarını doğrularcasına hızlı bir değersizliğe doğru sürükleniyor. Küresel krizden bir şekilde kurtulan ana ve yan sanayi üreticileri soluğu gelişen pazarlarda aldı.

Yatırımlarını işgücü maliyetlerinin daha az olduğu sendikalarla daha doğru zeminlerde buluşabilecekleri ülkelere kaydırdı. Böylece iflasın eşiğinden kurtuldu ama 100 yıldır var oldukları ve halen merkez ofislerinin bulunduğu şehri de boşaltmış oldular. Sonuçta aylardır bir türlü toparlanamayan şehir bağlı bulunduğu Michigan Eyaleti İflas Mahkemesi’nde soluğu aldı.

Wall Street Journal’ın analizine göre şimdi aylarca sürebilecek borçların yeniden yapılandırılma süreci yasal birçok tartışmayı ve varlık satışlarını gerektirecek. Detroitli çalışanların ve emeklilerin aylıklarında da kesinti yapılması gündeme gelecek ve bu defa Detroit’in kurtarılmayacağı yönünde görüşler ağırlık kazanıyor. Bu yüzden iflasın şehir için yıkıcı etkileri çok olacak. Dünya çapında yaşanan en önemli ironi ise otomotivin daha da büyüyen bir ekonomi haline geliyor olması. Yılda 35-40 milyon araç üretilen yıllarda zirvede olan bir şehir dünya otomotiv üretimi 80 milyona ulaşırken iflasını açıklıyor. Ford’un T modeliyle başlattığı yeni üretim çağına General Motors’un ülkeleri aşan cirolarla ulaştığı dev şirket yapısına tanıklık eden şehir adeta değişen zamana ayak uyduramamanın bedelini ödüyor. En başta da Uzakdoğu’dan gelen büyük dalgayla baş edememenin bedelini… Önce Japonlar, ardından Güney Koreli şirketler ve son olarak Çin’in hedef tahtasına oturan ABD’de yerli üreticiler hızla kan kaybına uğradı. Amerikan markaları kendi ülkelerinde maçı kaybetmeye başladı. Japonların uzun vadeli stratejileri sonuç verdi, ülkenin en çok satılan otomobilleri listesinin zirvesine Japon otomobilleri girdi.

1980’li yıllarda başlayıp 90’larda hızlanan Uzakdoğu akınına rağmen Amerikan üreticileri büyük motorlu araçlar üretmeye, Japonların aksine maliyet hesaplarını başka türlü yapmaya devam ettiler. Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya ve hatta Türkiye’nin otomotivde yakaladığı ivmeye karşılık dönüşüm yapamayan ABD’de alarm 2000’li yılların başında çalmaya başladı. Avrupa’da zirveye çıkan yakıt ekonomisi, çevreci teknolojiler Amerikan üreticileri için ‘fantezi’ gibi algılandı. Aynı üreticiler yılda her biri milyon adetler satan küçük otomobilleri ‘garip’ gördü. Oysa Amerikan tüketicisi de diğer ülkelerde olduğu gibi değişimden nasibini alıyordu. Bu değişimin nimetlerini Uzakdoğulu üreticiler yedi. Yerli üreticiler ise kapattığı fabrikalarla otomotivin kalbi Detroit’te her geçen gün işsizliğin artmasına yol açtı. Artan işsizlik şehri hayalete çevirirken son yıllarda suçlar açısından ülkenin en tehlikeli yerlerinden biri haline geldi. Michigan Valisi Rick Snyder tarafından görevlendirilen Detroit Acil Durum Müdürü Kevin Orr, birkaç haftadır borç sahipleri ile yapılan görüşmeler sonuç vermeyince, şehir adına mahkemeye iflas koruma talebinde bulundu. Mahkeme başvuruyu 90 gün içinde değerlendirerek borçların yapılandırma planının nasıl olacağına karar verecek. Şehrin iflas etmesi 30 bin emekli ve mevcut çalışanın ödemelerini kapsıyor. Detroit’in iflası otomotivde rotanın Batı’dan Doğu’ya kaydığının da resmi ilanı olacak. Bir rüyayı başlatan Henry Ford muhtemelen bugünleri görmek istemezdi…



Murat Yülek 21 Temmuz 2013

EKONOMİ: Kent ekonomilerine dikkat: Detroit’in çöküşü

İktisadın kurucusu İbn Haldun, devletlerin yükseliş ve düşüşünü ilk inceleyen bilim adamıydı. İbni Haldun “İnsanlar neden şehirlerde yaşar?” sorusunu da ilk soran iktisatçıydı ve ülkelerin kaderiyle şehirlerin kaderinin iç içe olduğunu da fark etmişti.

    Amerika’nın Detroit şehri yönetimi, önceki gün resmî olarak iflas başvurusu yaptı. Kent yöneticileri, 18 ile 20 milyar dolar arasında belirlenen borcunun ödenemeyeceğini beyan ederek borç verenlere karşı koruma talep ettiler.

    Bu köşede, geçtiğimiz yıllarda Amerika’nın federal seviyedeki borçlarının geri ödenememe riskleri olduğu gibi eyalet ve şehir borçlarının da geri ödenememe riskleri olduğunun altı çizilmişti. Zira Amerika’da federal seviyeden (merkezî yönetim) bağımsız olarak eyalet ve kent yönetimleri de büyük miktarlarda borçlanıyorlar. Bu borçlanmayı, kendi kredibilitelerine ve bu çerçevede derecelendirme kuruluşlarından aldıkları derecelerin desteğiyle yapıyorlar.

    Amerika’da, diğer ülkelerde olduğu gibi, kent ve eyalet yönetimleriyle merkezî yönetim arasında borç ödeme açısından temel bir fark var. Vergilendirme yetkisindeki farkı bir tarafa bırakırsak, bu fark, kentlerin aksine, nihai kertede merkezî yönetimin para basma yetkisi olmasından kaynaklanıyor. Amerikan hükümeti açısından, tüm maliye göstergeleri oldukça zayıf iken derecelendirme kuruluşları tarafından yine de AAA ve biraz aşağısında notlanmasının gerisinde biraz da bu durum var. Borcun parasallaştırılmasının uzun dönemli ve temel bir çözüm olmadığını biliyoruz. Dahası, kısa vadede dahi hiper enflasyon risklerini beraberinde getirebiliyor.

    Tabii dolara öyle veya böyle tüm dünyada duyulan güven devam etmese, para basma yetkisinin zaten bir önemi kalmayacaktı. Amerikan federal hükümetinin bu şansına Detroit kenti yöneticileri sahip değil. Mevcut şartlardaki gelirleriyle borçlarını ödeyemeyeceğine kani olunca, kent yöneticilerini iflas mahkemesine götüren durum da bu. Peki Detroit bu duruma nasıl geldi?

Detroit’in çöküşü

Kentlerin çöküşü, Bağdat’ın Moğollar tarafından yıkılması gibi, askerî, siyasî ya da tabii sebeplerden olmazsa ekonomik sebeplerden kaynaklanıyor. Zira, kentlerin oluşumu ve yükselişi de büyük ölçüde ekonomik sebeplerle oluyor; kent, Bağdat gibi, bir ilim ve medeniyet merkezi olarak tasarlansa da. Kentlerin ayakta kalmak ve hayatiyetlerini devam ettirmek için güçlü bir ekonomiye sahip olması gerekiyor. Bu olursa, kent göç alıyor ve büyüyor. Buna karşılık, eğer ekonomisi zayıflarsa çöküyor ve dışarıya göç veriyor.

    Detroit’in başına gelen de bu. Kentin nüfusu 1950’lerde 2 milyona yaklaşmışken bugün 700 bin civarına inmiş. Bunun sebebi, Amerikan ekonomisinin en önemli sektörü olan ve merkezi Detroit olan otomobil sektörünün sıkıntıya girmesi. Çeşitlenmesi sınırlı kalan Detroit ekonomisinin belki de tek itici sektörü otomotivdi. Amerikan otomotiv sektörü uluslararası rekabette geriye düştükçe bunun ilk sonucu Detroit’in kaybetmesi sonucu oldu. İnsanlar işlerini kaybettiler; vergiler ödenemedi; kent göç verdi; konutlar boşaldı; emlak fiyatları çöktü.

Kentlerin kurtuluşu

Detroit’in iflası ABD tarihindeki en büyük kent iflası olsa da, Amerika bunu ilk defa yaşamıyor. Dünyanın diğer ülkeleri de.

    Kent ekonomileri bir taraftan diğer kent ekonomileriyle rekabet ederken, diğer taraftan onlarla işbirliği yapıyor ve birleştiklerinde ülke ekonomilerini oluşturuyor. Eğer kaybeden kentler olduğu gibi o kayıpları tazmin edici kazanan kentler de varsa ülke ekonomisi hayatiyetini devam ettiriyor. Eğer tüm kentler kaybediyorsa ülke ekonomisinin ayakta kalması nümkün olmuyor.

    Düşen kentler ayağa kalkabilir mi? Cevap evet. Örneğin Düsseldorf. Alman sanayileşmesinin merkezi olan Ruhr havzasının merkezindeki Düsseldorf, 1980’lerdeki işsizlik döneminde büyük sıkıntılarla karşılaşmıştı. Ancak, “kendisini yeniden tanımlayarak” yeni bir finans ve iş merkezi haline dönüşerek hayatiyetini devam ettirmişti.

    Böyle bir “kurtuluş” ya da “dönüşümün” anahtarının “yapısal dinamizm” olduğu söylenebilir. Yani, kent ekonomisinin, dış ya da iç şartlardaki değişime ya da ana sektörlerinin zayıflamasına cevap olarak ekonomik yapısını ve ana sektörlerini değiştirme yeteneğine sahip olması.

    Dünyada otomotiv sektörü kısa vadeli sorunları dışında şu anda uzun vadeli bir talep daralmasıyla karşı karşıya değil. Detroit otomotiv sektörü iyi otomobil yapmayı unuttuysa ya yeniden öğrenmesi ya da başka sektörlere kayması gerekecek. 1980’li yılların başında Toyota, GM’ın California’daki zarar sebebiyle kapanma sorunlarıyla karşı karşıya olan bir fabrikasını alıp kısa sürede kâra geçirmişti. Dolayısıyla GM, “yeniden öğrenerek” Detroit’e faydalı olabilir. Ya da, Detroit’in Düsseldorf ve benzeri tecrübelerden yararlanarak farklı sektörlere kayması gerekecek.


Batan şehrin evleri bunlar!

22 Temmuz 2013 MAGAZİN SERVİSİ

Amerika’nın Michigan eyaletinde bulunan Detroit kenti, 18,5 milyar doları aşan borçları nedeniyle 3 gün önce iflas bayrağını çekti.

Bir zamanlar sanayisi ile ünlü şehirden bugünlerde kaçan kaçana. Evlerin boşaldığı, sokak lambalarının yanmadığı kent adeta hayalet şehri andırıyor. 78 bin terk edilmiş binanın bulunduğu Detroit’te evler sudan ucuz fiyatlara alıcı bekliyor. Öyle ki 1 dolara su bile içemezken, Detroit’te 3 odalı ev almak mümkün. Ancak evlerin çoğunun ısıtma ve su tesisatları, boru hatları, pencere ve kapıları yok. Sahipleri tarafından önce açık artırmaya çıkarılan evler rağbet görmeyince emlakçılara verilmiş. Metro Detroit Re/Max Emlak şirketinin sahibi Albert Hakim, alıcıların yüksek tadilat masraflarıyla karşı karşıya kaldıklarını söylüyor. Bu masraflar 30 bin dolara kadar çıkabiliyor. Emlakçı Albert Hakim’in elinde 5 tane 1 dolarlık ev mevcut. Bunlardan biri Muirland Sokağı’nda. 1921 yılında yapılan evin 3 odası var. 1926 yılında yapılan bir başka evin ise 3 odası, 2 banyosu, 2 araba garajı mevcut. Onun da fiyatı 1 dolar. Detroit’te 39 ile 100 dolar arasında onlarca evin bulunduğunu hatırlatan Hakim, her gün pek çok telefon aldığını anlatıyor. Alıcıların yüzde 70’inin Michigan dışından olduğunu söyleyen emlakçı, umudunu koruyan bazı insanların da yatırım amacıyla ev aldıklarını dile getiriyor. Hakim’e en çok telefon da Çin, İngiltere, Dubai, Lübnan, Irak, Brezilya, İspanya, Rusya ve Fas’tan geliyormuş. 

Beyazların kaçışı ve Detroit’in düşüşü

23 Temmuz 2013 MARIIYN SALENGER

Detroit şehrinin iflas ilanıyla birlikte ülkeyi bir hüzün kapladı. Böyle bir ihtimalin olduğu biliniyordu. Yine de Birleşik Devletler’in dördüncü en büyük şehrinin bu kadar derine batması insanı umutsuzluğa sürüklüyor.

Bu, senelerce hafızalardan silinmeyecek bir an oldu. Düşüş ve iflası anlamak sadece dolarlara bakmayı değil, zamanda geri gidip çoğunun unutmak istediği fakat unutulmaz bir dönemi hatırlamayı gerektiriyor.

1960’ların sonunda ırklar arasındaki gerilimleri ülkemizin bazı kısımlarına hâkim olmuştu. Bu gerilimleri bazılarının hayatına mal oldu. 1967 yazında Detroit’te de bu gerilimler mevcuttu. Ülkenin gördüğü en kötü ayaklanmalar burada gerçekleşti. Detroit’in ilk siyahi belediye başkanı olan Coleman Young şöyle yazmıştı: “En büyük kaybımız şehrin kendisi oldu.” Bir zamanların gururlu şehri için bu yaz sonun başlangıcı oldu. Çok daha alttan gelen bir toplumsal hareketin başlangıcıydı bu.

 “Beyazların kaçışı” son zamanlarda çok kullanılan bir tabir değil. Bunun sebebi bu kaçışın en büyük dalgalarının ırklar arasındaki gerilimin azalmasıyla durmuş olması. Genç nesiller bu tabirin ne olduğunu bile bilmiyor olabilirler. Fakat o dönemde yaşayanlar “beyazların kaçışını” çok iyi hatırlıyorlar. Ayaklanmalar, özgürlük mücadeleleri ve çok da sivil olmayan itaatsizlikler döneminde siyahlarla beyazların bir arada yaşadığı bölgelerden beyazların kaçışını anlatıyor. Onların taşınmalarının sebebi korku ve bazen de karşı ırka dair önyargılardı. Beyazlar mahallelerinden taşındıkça, azınlıklar buralara yerleşti. “Mahalle değişti” denirdi. Bu aslında ‘beyaz bir mahalle siyah oldu’ demenin başka bir yoluydu.

1950’lerde insanlar şehirlerden banliyölere taşındılar. Detroit’in demografisi ve mahalleleri ise 1967 isyanlarından sonra hızlıca değişti. Binlerce beyaz mahalle sakini bir anda taşınıyor, şehrin altyapısı, vergi gelirleri ve istihdam dengesi bundan çok etkileniyordu. Burada olanlar, ülkenin diğer yerlerinde ırk temelli göçlere zemin hazırlamış oldu.

Benim kasabam Gary, Ind. 1960’ların sonunda ufak ama gelişmekte olan bir kentsel yerleşimdi. Eklektik bir ırk ve din toplamı vardı, fakat birlik içinde yaşıyorduk. İkinci kez bir siyahi belediye başkanı seçilmiş olmasına rağmen Detroit ayaklanmalarının ardından başlayan beyazların kaçışını hiçbir şey durduramadı. Bugün mahvolmuş bir şehir var, kendini yeniden inşa etme kapasitesinden yoksun çökmüş bir şehir. Beyazların kaçışı kalıcı bir iz bıraktı. Farklı grupların oturduğu şehir merkezlerinin gücü ve önemi azaldı. Irklar arasındaki bölünme hayalet kasabalar yarattı. Bazıları bir süre dayandılar fakat son yılların korkunç ekonomik şartlarında daha fazla ayakta kalamadılar.

Detroit’in iflasının sadece ekonomik boyutu değil kentteki bozulmuş ırklar arası ilişkilerin bu iflas üzerindeki etkisi de bize bir ders olmalı. Bir zamanların büyük şehri Detroit’in önündeki esas mesele, düşüşünü kendini yeniden inşa etmenin yeni bir örneğine çevirerek cemaatleri tekrar oluşturmaktır. Esas zafer bu olacaktır. 46 yıllık öfke, korku, önyargı ve geride kalışı silmek kolay olmayacak. Fakat şehirlerin ayakta kalabilmek için ırkların çeşitliliğine kucak açmayı ve bu çeşitlilik içerisinde yeşermeyi öğrenmeleri gerekiyor. WashIngton Post 22 Temmuz 2013


Amerikan Gerilemesi’nin Sinematografisi

24 Temmuz 2013 KILIÇ BUĞRA KANAT*

Amerika Birleşik Devletleri’nde geçtiğimiz hafta bir zamanlar otomotiv piyasasındaki en önemli kentlerden olan Detroit şehrinin iflasını açıklaması Amerikan ekonomisindeki sarsıntıları yeniden gündeme getirdi.

Şehirde yaşanan ekonomik yıkımın büyüteç altına alınması şimdiye kadar entelektüel ve akademik alanda uluslararası sisteme odaklanarak yapılan Amerika’nın gerilemesi tartışmasının Amerika’daki sıradan insanın hayatına etki eden farklı bir boyutunu yeniden ortaya koydu. Amerika’nın toplumsal dokusu ve istikrarı için özel öneme sahip bu boyutu akademik ve entelektüel eserlerden ziyade popüler kültür yapıtlarında özellikle de son dönem üretilen düşük bütçeli filmlerde görmek çok daha kolay.

Yaklaşık on senedir sürekli olarak tartışılan ancak 2008 yılında Lehman Brothers’ın iflasıyla yeni bir ivme kazanan Amerika’nın gerilemesi tartışması sadece akademik ve siyasi dünyada değil artık her alanda sürekli olarak konuşulan bir konu. İçinde Thomas Friedman, Fareed Zakaria, Charles Kupchan gibi Amerika’nın önde gelen siyasi gözlemci ve yazarlarının yanında aralarında eski Başkan Yardımcısı Al Gore, eski Dışişleri Başkan Danışmanı Richard Haas, eski Temsilciler  Meclisi Sözcüsü Newt Gingrich’in de olduğu siyasi figürlerin kaleme aldığı eserler meselenin uzun bir zamandır Amerika’daki entelektüel ve siyasi gündemi işgal etmesine sebebiyet vermişti. Dahası Başkan Obama’nın okuduğu kitaplar arasında Amerika’nın gerilemesi üzerine yazılan kitapların bulunması konunun yüksek siyaset seviyesinde tartışılmaya başlandığını gözler önüne sermişti.

Ancak her biri çok satanlar listesine giren bu kitap ve yayınlar ve siyasi düzlemde yapılan tartışma, Amerikan halkından ziyade uluslararası sistem üzerine yoğunlaşırken Amerika’daki halkın bu gerileme tartışmasının neresinde olduğu konusunda çok fazla bir açıklama sağlamamıştı. Bu boşluk son zamanlarda  Amerika’da gösterime giren bazı filmler sayesinde az da olsa doldurulmaya başladı. Yayınlanan bu filmler Amerika’nın içinde bulunduğu ekonomik darboğaz, sosyal gerilim ve siyasal kutuplaşmanın izleri yanında gerileyişin farklı toplumsal izdüşümlerini sergilerken yaşanan krizlerin Amerikan toplumsal muhayyilesine yaptığı etki de daha açık bir şekilde görülüyor. Örneğin “Here Comes the Boom” filminde okulun tasarruf tedbirleri çerçevesinde bütçede yaptığı kısıntıların yol açacağı ders iptallerini engellemeye çalışan bir biyoloji öğretmeninin seneler önce bıraktığı profesyonel güreşçilik kariyerine yeniden geri dönmesi ve okulu iflastan kurtarması konu alınıyor. Her ne kadar gişelerde fazla başarı göstermese de film her sene yüzlerce okulun ekonomik sebeplerle kapandığı Amerika’nın eğitim sektöründe çalışanlar için bir anlam ifade ediyor. Okulun iflastan kurtarılmasından sonra sergilenen sevinç gösterisi aslında Rocky 4’te Ivan Drago’dan rövanşı almak için boks kariyerine geri dönen Rocky’nin zaferini anımsatıyor. Ancak bu sefer mücadele soğuk savaş yıllarında küresel bir hakimiyet için değil bir okulun kurtarılması için yapılıyor.

Ancak her işsiz “Here Comes the Boom” filmindeki öğretmenler kadar şanslı değil. Ekonomik krizler sebebiyle şirketlerde uygulanan yeniden yapılanma programları dahilinde uygulanan işten çıkarılmaların mağdurları çoğu zaman bir kahraman yerine “Amerikan rüyasını” yeniden canlandırmaya çalışıyor. Kriz kurbanları bazen tıpkı “The Internship” filminin kahramanları olan Vince Vaughn ve Owen Wilson gibi yeni bir kariyer macerasına girmek bazen de “Everything Must Go”  filmindeki kahraman gibi  görülmemiş bir inat sergilemek zorunda kalıyor. Bu noktada aslında “The Internship” filminde Amerikan rüyasının ölüp ölmediği konusunda kahramanların yaptığı tartışma Amerikan halkının umut ve umutsuzluk arasında  gidip gelişinin önemli bir sunumunu ortaya koyuyor.

Amerika’da gerileme tartışmalarının yaşandığı bu dönemde sıradan Amerikalının krizle mücadele hikayeleri yanında daha üst perdeden yaşanan gerilemenin ne anlama geldiği konusuna eleştirel yaklaşan filmler de gösterime girmeye başladılar. Bunların bazıları gerilemenin kültürel boyutuna yapılan atıfları içeriyordu. “God Bless America”  filminin sığ eğlence kültüründen sıkılmış olan kahramanı yaşanan kültürel yozlaşmanın tıpkı Morris Berman’ın seneler önce iddia ettiği gibi Amerika’nın sonunun geldiğinin işareti olduğu iddiasında bulunuyordu. Berman’ın Amerika’yı Roma’nın son günlerindeki haline benzetmesi gibi filmin kahramanı Frank de ortaya çıkan eğlence tutkusunun her büyük imparatorluk çökerken ortaya çıkan ve halkın dikkatini dağıtmayı amaçlayan bir saçmalık olduğuna inanmaktaydı. Dahası Frank’e göre medya ve televizyon tektip, apolitik ve duyarsız bir toplum yetiştirirken popüler kültürün içine yedirilmiş  patriyotizm ile de  sığ ve gelişmeye kapalı bir siyasi yapıyı yeniden üretiyordu.

Buna benzer daha geniş çapta bir başka eleştiri de senaryosu Aaron Sorokin tarafından kaleme alınan Newsroom dizisinin daha ilk bölümünde üniversite öğrencileri ile bir anchormanin arasında geçen tartışmada göze çarpıyordu. Dizinin anchorman kahramanı kendisine yöneltilen “Amerika neden en büyük ülke?” sorusuna salondakilerin ve sahnedeki liberal ve muhafazakarların beklemediği bir şekilde adeta  “Kral Çıplak” diyerek cevap vermeyi tercih ediyordu. McAvoy, Amerika’nın artık en büyük ülke olmadığını zira okuma-yazma oranında yedinci, matematik eğitiminde yirmi yedinci, fen bilgisi eğitiminde yirmi ikinci, ortalama yaşam süresinde kırk dokuzuncu, ortalama gelir dağılımında üçüncü ve ihracatta dördüncü olduğunu ve Amerika’nın hâlâ dünya liderliğini koruduğu üç alanın hapsedilmiş vatandaş ve meleklerin gerçek olduğuna inanan insan sayısı ve son olarak savunma harcaması olduğunu ifade eder. McAvoy salondaki üniversitelilere de dönerek bu neslin tarihin en kötü jenerasyonu olduğunu ve sorulan sorunun anlamsızlığını anlatırken gerilemenin sadece istatistiksel olmakla kalmadığını topluma da sinmiş olduğunu gösterir.

Son zamanlarda gösterime giren filmler arasında  “yıkılmadık ayaktayız” mesajı veren filmler arasında ise Olympus Has Fallen ve White House is Down gibi Amerika’nın askerî gücüne meydan okunmasını konu alan yapımları içeriyor. Amerika başkentini korumak için verilen kahramanca mücadelenin işlendiği filmler sanki savunma harcamalarında kısıntıların tartışıldığı günlerde savunma sanayisinin direnişinin izlerini taşıyor.

Adı geçen filmler Amerika’nın gerilemesi konusunun kamuoyu tarafından nasıl algılandığı ve yaşandığını ortaya koyması bakımından bu tartışmaya önemli bir katkı sağlıyor. Özellikle ekonomik zorlukları temel alan senaryolar Amerika’da toplumun hedefleri, politika öncelikleri ve endişeleri konusunda yaşadığı dönüşümün açıklanmasında ciddiye alınması gereken bir değişken olarak göze çarpıyor. Amerika’nın gerilemesinin uluslararası sistem boyutu haricinde bu daha dahili sonuçlarını görmek bu yeni tartışmayı anlamak, anlamlandırmak ve yorumlamak için özel bir önem taşıyor.

*SETA Vakfı Washington, DC

(c) zaman