19 Ağustos 2013 Pazartesi

John le Carré'ın türkçede yeni romanı

15 Nisan 2013 Pazartesi  Vatan Kitap

John le Carre romanlarında bir iklim değişikliği

Casus romanlarının usta yazarı, eski İngiliz ajanı John Le Carré , Altın Kitaplar’dan çıkan son romanı “Hain”de derin devlet ve politik oyunlara bakış açısını değiştirmese de oyuncuları değiştirmeye karar veriyor. Soğuk Savaş belki sona erdi ama dünyanın çivisini çıkaran kötüler ve yorgun ajanlar Le Carré dünyasında yerli yerinde duruyor...

Emrah Güler guler.emrah@gmail.com

George Smiley, belki de kendisini ete kemiğe büründüren kişiden daha fazla tanınmış bir isim. En azından izledikleri ilk dizilerden birisi 1979 BBC yapımı “Köstebek” (Tinker, Tailor, Soldier, Spy) olan birçok insan için Sir Alec Guinness’in canlandırdığı Smiley, dizinin uyarlandığı romanın yazarı John le Carré’den çok daha önemli bir isim. Soğuk Savaş döneminin casuslarına yabancı nesiller ise George Smiley’i 2011 yılında sinemalara gelen “Köstebek” filminden biliyorlar. Gary Oldman’a Oscar adaylığı getiren hem çok tanıdık, hem daha karmaşık ve de hep karizmatik Smiley tiplemesiyle. George Smiley, sayfalardan ekrana ve beyazperdeye, yeniden sayfalara uzanan yolculuğuna 1961 yılında başlıyor. John le Carré, ilk romanı “Call for the Dead”de Smiley’yi şaşaalı günlerini geride bırakmış, İstihbarat Merkezi’nde sıradan işler yapan bir ajan olarak edebiyat dünyasına usulca sokuyor. Romanda, Smiley’nin eski saygınlığını yeniden kazanmasına tanık oluyoruz. John le Carré, üçüncü kitabı “Soğuktan Gelen Casus”ta (The Spy Who Came In the Cold) Smiley’ye küçük ama önemli bir rol veriyor. Yazarın hayranlarının en sevdiği kitaplardan birisi olan bu roman, günümüze kadar devam edecek Le Carré efsanesinin de tohumlarını atıyor. Efsane bir başka efsaneyi daha doğuruyor. George Smiley, casus tiplemesine yeni bir soluk getiriyor ve James Bond’un antitezi olarak edebiyat dünyasındaki yerini alıyor. İngiliz yazar Ian Fleming’in yarattığı, Kraliçe tarafından “öldürme yetkisi” verilen ajan James Bond sıra dışı bir casus tiplemesi yaratırken 1960’larda kendi boşluğunu da yaratıyor. John Le Carré’nin yarattığı Smiley ve Len Deighton’un isimsiz casusu James Bond’un ahlaklı, karizmatik, fiziğiyle ve fantastik alet edevatıyla var olan gerçeküstü kahraman tiplemesine karşıt bir ajan tipi oluşturuyor. Özellikle Smiley, orta yaşlı, orta sınıf bir aileden gelen, mutsuz bir evlilik yaşayan ve ahlak anlayışı kaygan ajan tiplemesiyle casusluk türüne bir anti-kahraman olarak giriyor. Smiley, fiziğinden çok zekası, inanılmaz yetkinlikteki hafızası ve insanları konuşturabilme yeteneğiyle, özellikle “Mentalist”, “Lie to Me” ve “White Collar” gibi televizyon dizilerinde sıkça rastladığımız anti-kahraman tiplemesinin de prototipini oluşturuyor.

GERÇEK AJAN HİKAYELERİ

John le Carré’nin Altın Kitaplar’dan çıkan son romanı “Hain” (Our Kind of Traitor), yazarın yolculuğunda yeni bir durağa işaret ediyor. Çıkış noktasını ve varoluşunu Soğuk Savaş’a borçlu olan yazar, yeni dünya düzeninde yeni düşmanlara, yeni bir derin devlet anlayışına ve yeni casuslara yöneliyor. İyi ve kötünün, tarafların daha net olduğu, 1930’ların casusluk romanlarına göz kırpan Smiley’nin dünyası daha karanlık, ahlaki olarak daha kaygan bir dünyaya yerini bırakıyor. 1930’lardan Soğuk Savaş’ın sona ermesine kadar edebiyat ve sinemada neredeyse romantik bir şekilde anlatılan casusların ve istihbarat merkezlerinin tehlikeli, bir o kadar da çekici dünyası John le Carré romanlarında fantezi ve formüle dayanan bir anlatıdan gerçekçi bir dünyaya yerini bırakıyor. Bunun da arkasında çok temel bir neden yatıyor, le Carré’nin dünyaca tanınmış bir yazar olana kadar, on yıldan fazla İngiliz Gizli Servisi için çalışmış olması. Asıl adı David John Moore Cornwell olan le Carré, 1952 yılında Oxford’da okurken MI5 için istihbarat toplamaya başlıyor. Görev alanı ise aşırı sol gruplar arasındaki olası Sovyet ajanlarını tespit etmek. 1958-64 yılları arasında MI5’te kadrolu eleman olarak çalışmaya başlıyor. Bir ajan ekibini yönetiyor, telefonları dinliyor, soruşturmalara katılıyor, gizlice evlere giriyor. İlk romanını hala ajanlık yaparken yazıyor, “Call for the Dead” o nedenle John le Carré ismiyle yayımlanıyor. Yazar, yakından tanıdığı bir dünyayı gerçek ve çok boyutlu karakterlerle anlatıyor. 1960’lara kadar çizgi roman tadında, tek boyutlu karakterlerle fantastik bir dünya yaratan casus edebiyatı da le Carré ile yeni bir yola giriyor. Her zaman kendi geçmişinden izler taşıyan romanları, 1986’da yayımlanan “A Perfect Spy” ile bir adım öteye gidiyor.

Romanı yazmayı “bilge bir psikoloğun tavsiye edebileceği bir deneyim” olarak tanımlayan le Carré en otobiyografik eserine imza atıyor. Magnus Pym isimli bir çocuğun bir casusa dönüşümünü anlatan roman, babasıyla ilişkisine de ışık tutuyor. Le Carré’nin biyografisini yazan Lynndianne Beene’e göre yazarın babası Richard Cornwell, “eğitimsiz, inanılmaz derecede etkileyici, pahalı zevkleri olan ama ahlaki değerleri düşük büyük bir dolandırıcı.” Bir adamın evlilik sonrası varoluş bunalımlarını anlattığı 1971 yılında çıkan “A Naive and Sentimental Lover” ve İsrail-Filistin çatışması etrafında dönen “The Little Drummer Girl” dışında tüm romanlarında Soğuk Savaş’ı merkez alan le Carré, Soğuk Savaş’ın bitmesiyle yeni politik alanlara girmeye karar veriyor. 1993 yılında çıkan “The Night Manager” romanında Latin Amerika uyuşturucu mafyası ve Karayiplerin offshore finans dünyasını anlatıyor. John Le CarrÈ’nin alışık olduğu sınıf anlayışı ve küresel politik düzen değiştikçe romanlarının da yapısı değişmeye başlıyor. Le Carré’nin kızgınlığı romanlarının ötesine de geçiyor. 2003 yılında The Times gazetesine yazdığı “Amerika çıldırdı” başlıklı makalede, ABD’nin Irak Operasyonu’nu ağır bir şekilde eleştirerek, bu savaşın “McCarthycilikten, Domuzlar Körfezi’nden, Vietnam Savaşı’ndan daha kötü” olduğunu savunuyor.

YENİ DÜNYAYA KÖTÜ ADAMLAR

Le Carré’nin yeni kötü adamları yatırım bankacıları, sınıf atlayan İngilizler, açık Pazar ekonomisiyle dünyanın çivisini çıkaranlar, Soğuk Savaş sonrası yükselen Sovyet mafyası ve terörle savaş adına cebini dolduran politikacılar oluyor. Son romanı “Hain”de ise bu karakterlerin hemen hepsi karşımıza çıkıyor. Le Carré’nin kendi geçmişine benzer bir şekilde Oxford’da öğretim üyesi olan Perry ve avukat sevgilisi Gail, Karayip adalarından Antigua’ya tatile gidiyorlar. Burada kendisini “dünyanın bir numaralı kara para aklayıcısı” olarak tanımlayan Rus milyarder Dima ile tanışıyorlar. Dima’nın genç çifte yakınlaşmasının arkasında İngiliz istihbaratına ulaşabilme derdi yatıyor. Kendisinin de önemli bir parçası olduğu Rus mafyasının yeni liderinden korkan Dima, İngiliz Gizli Servisi’nin kendisine sağlayacağı güvenlik karşısında Servis’e bilgi vermeyi teklif ediyor. Hikaye Paris, Londra ve İsviçre Alpleri’nde gezinirken okuyucu da çaptan düşmüş ajanlar, yolsuzluğa bulaşmış bankacılar, ahlaksız politikacılar ve karanlık Rus mafyasıyla tanışıyor. Le Carré’nin bir kez daha ustalıkla yarattığı kedi-fare oyunu roman boyunca tenis maçlarıyla süsleniyor. Hatta romanın önemli bir sahnesi 2009 Fransa Açık Tenis Turnuvası’nda geçiyor. “Hain”de le Carré’nin eski dünyası bir süredir romanlarına sessizce sızan yeni bir dünyayla birleşiyor. “Köstebek” ve “Soğuktan Gelen Casus” gibi ilk romanlarından daha karanlık, ahlaki anlayışları daha kaygan karakterlerle tanışıyoruz. Sözcükleri inanılmaz casusluk hikayelerine dönüştürmeye başladığı yazarlığının ilk dönemlerinden itibaren dünya düzenine inancını yitirmiş olan John le Carré, son romanıyla bu umutsuzluğun arkasına yeni nedenler, yeni kötü adamlar ve değirmenlerle savaşan yeni ajanlar yerleştiriyor.

SON KİTABINA GÜN SAYARKEN

Türkiye’de John le Carre hayranlarıyla yakın zamanda buluşan “Hain”in İngilizce basımı 2010 yılına gidiyor. Yazarın “en İngiliz ve uzun yıllardaki en otobiyografik” olarak tanımladığı son kitabı ise bu ay Amerika ve İngiltere’de çıkıyor. “A Delicate Truth,” 2011 ve 2008 arasında giderek, Amerika ve İngiltere’nin ortaklaşa gerçekleştirdikleri gizli bir operasyonun yıllara yayılan etkilerini anlatıyor. Wildlife kod adlı ince bir şekilde işlenmiş bir teröristle mücadele operasyonuyla Cebelitarık’ta cihat yanlısı bir silah tüccarının yakalanması planlanır. Operasyonun arkasındaki isimler İngiltere Dışişleri Bakanı ve Bakan’ın yakın arkadaşı olan bir silah üreticisidir. Çok gizli olan bu operasyondan, Başkan’ın Özel Kalem Müdürü Toby Bell de dahil olmak üzere, kimseye haber verilmez. Operasyondan şüphelenen Toby müdahale etmeye çalışınca dünyanın öteki yakasına sürülür. Üç yıl sonra Toby, emekli İngiliz diplomatı Sir Christopher Probyn tarafından evine çağrılır. Cebelitarık operasyonun yansımaları Toby’nin hiç beklemediği bir şekilde kendisini etkileyecektir. John le Carre, The Daily Telegraph’a verdiği röportajda iki karakterin farklı şekillerde kendisini anlattığını söylüyor: Otuz yaşlarındaki hırslı, yükselen devlet yetkilisi Toby Bell ve emekli olsa da devlet işlerinden uzaklaşamayan, kendisi gibi İngiltere’nin kırsalında yaşayan Sir Christopher Probyn. Publishers Weekly’nin “biraz fazla polemiğe bulanmış olsa da, eğlenceli bir şekilde karmaşık” olarak tanımladığı “A Delicate Truth,” le Carre’yi İngilizce ve Kindle’dan okumak isteyenler için 10 gün sonra satışta.